28 Ağustos 2017 Pazartesi



Büyümek mi, Olgunlaşmak mı, Sona Yaklaşmak mı?


Heyecanım yok, coşkum yok, sevme ya da sevmeme halim yok! Anlam nerede kaldı, bir yerlere mi saklandı yoksa zaten yok muydu bilmiyorum. Bu kadar fuzuli gördüğüm, hissettiğim, yaşadığım bir zaman hiç olmamıştı. Tahammül gücüm yerle yeksan. Her şey çürümüş, sıradan, çok sesli ve saçma... Daha önceleri hayata, yaşama, insanlara, nereden güç alıp bağlanıyordum, nasıl böyle rengarenk çiçekleniyordum bilmiyorum. 

Yalnız hissediyorum, herkesten ve her şeyden feragat etmiş bir yalnızlık. Kapkaranlık bedenim. Doğumumdan bile bir haber, annem yok, babam yok, ablam yok, kardeşim, arkadaşım, dostum yok.

Sevdiğim şeyleri sevmez oldum, sevmediklerimi ise hatırlamıyorum bile. Yaşım almış başını gitmiş en az 150! Bazen ufak tefek çarpıntısı oluyor kalbimin sonra hemen duruyor ben de gülüp geçiyorum. 

İnsanlar fazla mı konuşmaya başladı yoksa çok konuşan ben mi sustum iyiden iyiye bilmiyorum.
Etrafımda kimseyi istemiyorum, meraklısı da yok zaten. Her gemi kendi yolcusunu almış bata çıka gidiyor rotasında. Ben hiç kazanmadığım maçların tarihe geçecek en büyük skorlarını karşı tarafa hediye ettim bundan böyle yokum, yokum, yok! 

Nefesime şükür evet, çatıma şükür evet, sağlığıma şükür evet bunlar yettiği kadar yetecek zaten. Sıkıldım ben, oynamak istemiyorum. İnançlarımı kaybettim, sevgimi kaybettim, aşkımı, yetimliğimi kaybettim. Çırılçıplak ve soğuk hücrelerimle gittiğim yeri bile ısıtamıyorum artık. 

Sevimsiz, huysuz, isteksiz ve anlamsızım.

Kaybettim, değerlendiremedim, kullanamadım hakkımı.

Çok değil bundan daha 3 sene öncesine kadar "hayatta hata yapmamış olmanın" ciddi bir övünç kaynağı olduğu palavrasına büyüteç tuttum ve nihayet gördüm ki keşkelerim de, hatalarım da , yanlışlarım da tahminimden çooooook daha fazla. Kısacası artık bedelsiz değil bedelli takılıyor hayat yakama.

Dedim ya sevimsizim ama ne tuhaftır ki aşksız değilim. Bildiğimiz bir aşk değil bu başka başka bir AŞK benim bilmediğim ama içinde öylece duru verdiğim.
Büyüdüğüm,
Olgunlaştığım,
Sona Yaklaştığım...

aslita 28.08.17/02.18

5 Nisan 2012 Perşembe

HAYAT GÜZELDİR

BODRUM'da başladı hayat yeniden
ama tek fark bu sefer bir begonvil kadar güçlü ve hassas...
Kırılmalar yok mu tabii ki var ama budanmalar da var.
Var ki susa susa dalgalanan,
renkleri ile ellerimizden gümüş çocukluğumuzun aktığı.
Bir sana göz bir bana söz! 
geri de kalmış adımlar ötesi sessizliğinde 
adını koydum kusursuz gecelerin birine

Hayat güzel işte, içinde olduğunu bilirsen eğer.

aslita 05.04.2012

17 Aralık 2010 Cuma

ifadedir sevgi...

önce birşeyler duymak ardından, duyduklarından birşeylerin göğnüne düşmesi ve göğnüne düşen her ne ise onu bir an önce bilmek, yaşamak, görmek ve hatta ilk ağız olan ağzından yeniden yeniden duymak isteği.

Böylesine güzeldi duyduklarım, böylesine kendine ait bir zaman dilimi... Şu anda oturduğum yerden bildiğim ama tam olarak kestiremediğim evet çok da net kestirmek istemediğim bir zaman dilimi.

Bir adamdan, bir adamı (üstelik benim için çok önemli bir sıfat olan AMCA sıfatı olan bir adamı)duyduğumda hoşuma gitti duyduklarım...   

Ben ki Suna Tanaltay'la, ben ki Leo Buscaglia ile kuşatılmış çocukluğumdan geçen birilerini arıyordum sanırım; yüreği saf sevgiden geçen ve geçtikçe inancını kaybetmeden yürüyen birini...
Genel olarak ben de dahil, kuşatıldıkça ve kaybettikçe inancımı, içinde beni kasıp kavuran sevgiden şüphelendiğim yenik zamanların kız çocuğu ve kadını olmuştuk elele yürüyen.

Ama birgün,
Bir adamı duydum...
sesinde hiç duymadığım notalardan bir sevgi senfonisi
Ama birgün,
Bir adamı dinledim...
asla yılmadan ve yıpratmadan yaşadığı sevgi dünyasının bahçelerinde derdi sadece çoğalmak, çoğalmak, yaşatmak ve inanmak olan.

Ama birgün,
içimden sustuğumda, ya da ufak tefek telefon konuşmalarımızda 
hayatta inandıkların için hiç susma ve seviyorsan eğer -ki neyi sevdiğin önemli değil- hiç bırakma dedi. Satır aralarında da dedi, ben duydum!

Çünkü;
kendisi
hiç bırakmamış,
hiç aksini düşünmemiş,
hiç yılmamış,
hiç vazgeçmemiş,
hiç umudunu yitirmemiş,
hiç yalnız kalmamış
hiç kör kuyularda hissetmemiş,
hiç savaşmamış,
hiç kaybetmemiş,
hiç olduğu yerde ve durumda olmak istememiş gibiydi.

Ben o adama inandım, yolumun yarısından biraz daha fazlasını katettiğimi düşündüğüm gün inandım hem de.

Çünkü;
ben
çok bildiğimi sandığım herşeyin en kutsalında,
yukarıdan aşağıdakiler için görevlendirilmiş olduğunu bildiğim o adam sayesinde,
yeniden ve yeniden sevginin, tam da dünya üzerinde kaybedildiğini ve kaybettiğimi düşündüğüm noktada durduğunu
ve bana gülümseyen gözlerle bakıp* -aynı sizin gibi-

"sen zaten benden hiç gitmemiştin ki hep yanı başımdaydın" dediği gün
ben,
o
aklı bir,
yüreği bir,
sevgisi bir adama,
amcama inandım...

Sizi tanıyıp, görenlerin, bilenlerin, anlayan ve yaşayabilenlerin de sizin üzerinizden gönüllerine sağlık. Dünyaya sağlık, sevgiye ve emeğe sağlık!

Sevgiyle,
aslita

*aslı'nın hiç görmediği ama görmesine gerek olmadan yaşadığı ve hissettiğidir.

M. Besim Doğmuşöz'e tarafımdan ithaf olunmuştur.

aslıeveri 17 Aralık 2010 22:49


30 Kasım 2010 Salı

Bu aralar susmak zamanı... Bu aralar bir zamanlar çok sevdiklerinin belki de bıraktığını sandığın ama terkedildiğin aslı'nın ardından el sallama zamanı....

Vakit garip ve
aşksız.

Bu kör karanlık denizlerin son çağrılı sancısı gibi, biraz sana bulanık safran sarısı yüzdüğümüz gökyüzü. 

Birbirimizden çaldığımız zamanların siyahı düşmüş şimdi bir çift güzel göze,
üç beş tutam kahve çekirdeğinin peşi sıra takılı kalmışım başka başka adamlarda bıraktığım aynılık kendime inat!

Şimdi pek de kalabalık birileri
gittiğini,
geldiğini,
yeniden gittiğini,
yendien geldiğini düşlerken,


Senle ben, hiç bitmeyecek zamanda yeniden yenilerle yenilendiğimizi sansakta
aslında biz asla tamamlanmayacak olan zamanlarımızın çıplaklığıyız.

aeveri 30.11.2010 21:54

5 Ekim 2010 Salı

Selam Olsun!

öylece içimden geldiği gibi anın içinde derine gitmeden ya da ileriye bir çapa atmadan yaşadığım ne varsa ama sadece şu anda...

Sorgular, düşünceler, davranış kalıpları, inançlar olmadan ve pek tabii ki bunları belleyen korkular olmadan olduğum yerde açıyorum işte, mis gibi bir koku üzerimde aslıma veriyorum ellerimi.

Hep koşullanmışız, hep şartlanmışız biz, bize neler etmişiz? Özellikle korunuyoruz sandığımız taraflar tarafından aldanmışız. Hep tecavüz etmişler ama ettirmişiz, hiç hayır diyememişiz çünkü korkmuşuz "BEN" demekten... Sindirilmişiz, yoksun bırakılmışız cebimize koyulan yalanlar ve geleceğin parlak ışıkları arasında. Şimdi, öyle bir gökyüzünde yaşıyor ki insan neden diye sormayı bile aklına getiremiyorsun. Korktuklarımız değil mi şekillenişlerimiz? Yalnızlıktan korkmak değil mi istemediğimiz kılıfların içinde yapmacık maskelerle dolaştırılmaya zorlanan. İstemediğimiz eşyalar belki kılık kıyafetler, evlilikler, evler, hiç sevmeden yenen yemekler, kim ne der diye ya da desinler diye yapılanlar. Durmuyoruz, "yeter ulan bir mola" diye bağırmıyoruz hiçbirimiz? Başkaları ile ilgilendiğimiz(!) kadar içimize inip bakmıyoruz, kaç kere sorduk kendi kendimize "sen iyi misin, senin için ne yapabilirim" diye? Çok mu önemsiziz çok mu unuttuk doğduğumuzda içimize konan ışığı, ne kadar zamandır duymuyoruz özdeki sesimizi ve neden hep dışardayız?


Çünkü dışarısı kolay olan, çünkü dışarısı yalan olan, çünkü dışarısı en rahat saklanabildiğin yetmez kendini yüzde yüz olarak kandırabildiğin tek alan...Varsayımlar üzerinden oyun oynamak, işi şansa bırakıp sonrasında dövünmek ya da sahte mutluluk anının kralı ya da kraliçesi olmak kolay.

Sıkıyorsa zor olanda, zor alanda buluşalım, sıkıyorsa alışkanlıklarımızın yönünü içimizden gelen seslere çevirelim, bakalım o zaman neler çıkacak karşımıza? Kapıyı açıp "gir içeri" diyebilecek miyiz yoksa "aaa sen de kimsin hiç hatırlamıyorum seni" deyip bir çocuğun ilk kez sevdiği birini kaybettiği ilk an şokuna dokundurmadan kedi pisliğini örter tutumunda mı kalacağız?

Bunları düşünmek lazım, bunları sorgulamak lazım... Derinlerdeki sıfatsızlığımıza selam edip kendimizi etiketsiz sevmek lazım ki dünya nefesimiz olsun ve biz yeryüzüne hiç inmeyelim.


İçimdekilere selam olsun!

aslita 05.10.2010




29 Haziran 2010 Salı

"koparılan çiçekler"in büyük şan anlaşmaları




düşündüğüm şudur; kimsenin ama hiç kimsenin hatta kendinin bile asla büyük büyük (!) sözlerine inanmayacaksın. Hele ki hayatını, zevklerini, yönünü, isteklerini bu sözlere göre kurgulamayacaksın!


Söz konusu kurgu bana ait değil sadece gördüğüm, ara sıra bu ince çizginin bahçelerinde gezindiğim sınırlardır. Biliyorum ki kimse kimseyi en az biri ve en fazla biri kadar sevemez!!!


Gün olunca, geriye dönüp baktığında sadece içinde renklendiğin çiçekleri sev, sadece kendi içindeki çiçekleri... Yaratılan çiçekleri seversen eğer, son zamanlarda çok sevdiğim şarkı "Koparılan Çiçekler" gibi bahçenin şanı kalmayacağı için bahçenin var olduğuna bile şüphe ile bakar hale gelirsin.

Hayatta herkesi dürüst olamaya çağıyorum ama en çok kendimize dürüst olalım ki; bahçemizden kimse çiçeklerimizi koparmasın!
Hangi renkte, hangi kokuda, hangi aşkta çiçek doğurmak istiyorsak rahmimize
yani toprağa onu ekelim.



Gördüğümdür ASTRATE
aslita
6/29/2010

11 Mayıs 2010 Salı

o çocuk...

Devrilen devinimler içinde bir çocuk doğurdum, gözleri mavi.
Yaktı geçti, yıktı geçti...
Kırmızısı olayım isterdim...onu alıp gitmek isterdim...
Doğurmadığım çocuk gibi baktı bana, yanağımda ilk parmak izleri.
Gözleri ile sevdi beni, sanki daha önce hiç sevilmemişim gibi.

aeveri 11.05.2010 

8 Mayıs 2010 'da Kapalıçarşı' da gördüğümdür.